New Page 2
Aflatoksinler : Kimyasal Yapilari, Toksisiteleri ve Detoksifikasyonlari

Orlab On-Line Mikrobiyoloji Dergisi

Yıl: 2003 Cilt: 01 Sayı: 01 Sayfa: 1-21

 

 

  Değerli meslektaşlarımız bu dökümanın tablo ve resimler içeren orjinaline www.mikrobiyoloji.org/pdfler/702030101.pdf linkine basarak ulaşabilirsiniz

 

Aflatoksinler : Kimyasal Yapıları, Toksisiteleri

ve Detoksifikasyonları [1]

 

Şennur ÖZKAYA[2] , Ayhan TEMİZ[3]

 

Giriş

Funguslar çoğu kezgenellikle üstün antibiyotik kaynakları olarak tanınırkentanınmakta;, insan ve hayvanlarda toksik etki gösteren metabolitler ürettikleri daha az bilinmektedir. Antibiyotikler gibi fungusların ikincil metabolizmaları sonucu sentezlenen toksik maddelere genel olarak “mikotoksin” denilmektedir. 1930 ve 1940‘lı yıllarda fungus kaynaklı antibiyotik olarak çalışılan birçok madde, bugün yüksek canlılara gösterdikleri toksik etkiler nedeniyle mikotoksin olarak sınıflandırılmıştır. Mikotoksinler, esas olarak protein yapısında ve antijen özellikte olan bakteriyel toksinlerin aksine, çok çeşitli kimyasal yapı ve biyolojik aktiviteye sahip maddelerdir. Fungusların Küflerin hemen her yerde bulunabilmeleri ve birçok gıda ve yem maddesinde gelişerek toksinlerini oluşturabilmeleri nedeniyle, mikotoksinler çok önemli doğal toksinler olarak kabul edilmektedir (1-3).  Üzerinde en çok çalışılmış mikotoksin grubu olan aflatoksinler 1960 yılında keşfedilmiş ve 1962 yılında da güçlü bir “hepatotoksik” ve “hepatokarsinojen” etkisi olduğu anlaşılmıştır (3,4). Aflatoksinler, Aspergillus flavus‘un bazı suşları, Aspergillus parasiticus‘un ise hemen hemen bütün suşları tarafından üretilmektedir (4,5; Scott, 1978). Ancak 1987 yılında A.flavus’a fenotifpik olarak benzeyen Aspergillus nomius (6) ve son olarak da Aspergillus pseudotamarii‘nin olarak isimlendirilen bir türün  (7) de aflatoksin ürettikleri belirtilmiştirbelirlenmiştir.

 

Aflatoksinlerin Kimyasal Yapısı

Aflatoksinler, “difurokumarosiklopentenon” ve “difurokumarolakton” gruplarında sınıflandırılmıştır (6). Aflatoksinlerin aflatoksin B1, B2, G1 ve G2 olmak üzere dört ana fraksiyonu vardırbulunmaktadır. Bu isimlendirme İince tabaka kromatografisinde, uzun dalga boyu UV ışığı altında aflatoksin B1 ve B2'nin mavi, aflatoksin G1 ve G2'nin ise yeşil floresan vermektedir vermesiyle ilişkilidir (4,8). B toksinleri kumarin yapıdaki lakton halkasına eklenmiş (fused) siklopentenon halkası, G toksinleri ise ek bir lakton halkası içermektedir (Şekil 1).

Toksijenik A.flavus kültürleri ve aflatoksin ile kontamine olmuş ürünlerdeki biyolojik aktiviteden aflatoksin B1 ve daha az olarak da aflatoksin G1 sorumludur. Bu durum, her iki toksinin terminal furan halkasınının 8, 9 karbon pozisyonunda bir doymamış bağa sahip olmasıyla ilişkilendirilmektedir (8). Aflatoksin B2 , B1’in, aflatoksin G2 de G1’in dihidro türevleridir (6) ve “in vivo” koşullarda metabolik olarak B1 ve G1’e okside olmadıkları sürece biyolojik olarak inaktiftirler (8). Bu dört aflatoksin dışında aflatoksin M1 ve aflatoksin M2 olarak isimlendirilen önemli iki aflatoksin türevi daha bulunmaktadır. M toksinleri aflatoksinli yemle beslenen laktasyon devresindeki memeli hayvanların sütlerinden ve idrarlarından izole edilmiştir. Bu toksinler de ince tabaka kromatografisinde, uzun dalga boyu UV ışığı altında mavi floresan verirler ve B toksinlerinden daha düşük Rf değerlerine sahip olmalarıyla ayrılırlar (4,6). Aflatoksin M1 ve M2,  aflatoksin B1 ve B2’nin hidroksi türevleridir, aflatoksin M2 aynı zamanda, dihidro-aflatoksin M1’dir (Şekil 1). Aflatoksin B1 ve G1’in hemiasetal türevleri olan aflatoksin B2a ve G2a da (Şekil 1), A.flavus’un doğal metabolitleri olarak izole edilmişlerdir. Bu türevler, aflatoksin B1 ve G1’in asit ortamda hidroksillenmesi ile de elde edilmektedir ve bu özellikten aflatoksin B1 ve G1’in doğrulanmasında yararlanılmıştır yararlanılmaktadır (6).

Aflatoksinler, metanol, kloroform ve diğer birçok organik çözücüde çözünebilmektedir. Ancak sudaki çözünürlüğü çözünürlükleri azdır (10-30 mg/mL). Toksinler, UV ışığını (362 nm) kuvvetle absorblarlar ve aflatoksin B1 ve B2 için 425 nm de; aflatoksin G1 ve G2 için ise 450 nm de floresan emisyonu oluştururlar. Aflatoksinler gıda ve yem maddelerinde çok stabildir, ancak çok düşük veya yüksek pH’larda (3’dean az ve 10’dan büyük), okside edici ajanlarla ve oksijen olan ortamda UV ışığına maruz kaldıklarında hızla aktivasyonlarını yitirirler (8,9 turuncu .

 

Aflatoksinlerin Toksisitesi

Aflatoksinler yüksek dozlarda akut, sub-letal dozlarda ise kronik toksisite gösterirler göstermektedirler. Düşük dozda sürekli alımlaise, birçok hayvan denemesinde karsinojen etki yaptığı görülmüştürile sonuçlanmıştır. Aflatoksinler içerisinde en yüksek toksisiteyi aflatoksin B1 göstermektedir. Aflatoksinlerden hayvanların birçoğu etkilenmektedir, ancak duyarlılık türden türe değişmektedir ve aynı türün genç olanları yaşlı olanlardan daha duyarlıdır. Ayrıca  Ttoksik etki, tüketilme miktarı ve sıklığına, hayvanın cins ve türüneine, yaşına, cinsiyetine, sağlık durumuna ve beslenmesine bağlı olarak değişmektedir Aflatoksinlerden hayvanların birçoğu etkilenmektedir, ancak duyarlılık türden türe değişmektedir. Ayrıca genellikle aynı türün genç olanları yaşlı olanlardan daha duyarlıdır (4,10,11Anonymous, 1986 bu kaynak- ). Civciv, piliç ve ördek yavruları en duyarlı olanlardır, bunları sırasıyla hindi yavrusu, sülün palazı, tavuklar ve bıldırcınlar izler. Memeliler arasında ise aflatoksinden etkilenme sırası; 3-12 haftalık domuzlar, hamile domuzlar, yetişkin domuz, sığır ve koyunlar şeklindedir. Alabalıklar ve köpekler de aflatoksine duyarlı hayvanlardır. Alabalıklarda, ppb düzeyindeki çok düşük konsantrasyonda bile karaciğer kanseri etkisi görülmektedir (4,12’e bak).

 

 

 

Aflatoksinler yüksek dozlarda akut toksisiteye neden olabilirler. Hayvanların çoğunda gözlenen akut aflatoksikozisin klinik bulguları; iştah azalması, ağırlık kaybı, nörolojik anormallikler, mukoz membranlarda sarılık, kasılma ve sonunda ölümdür. Karaciğerde rengin açılması veya tamamen renksizleşme ve yağ birikimi belirgin olarak görülür. Vücut boşluklarında sıvı birikimi ile böbrek ve bağırsaklarda kanama da meydana gelebilir (4).

Aflatoksinlerin akut toksisitesi deney hayvanlarında bu şekilde gözlendiği gibi, insanlarda akut zehirlenme yaptığını gösteren olaylar da literatüre geçmiştir. Tayvan’da küflü pirinç tüketen 26 kişi hastalanmış ve bunların arasında 3 çocuk,; ayaklarda ödem, karın ağrısı, kusma, karaciğerde büyüme gibi belirtilerden sonra ölmüştür. İncelenen pirinç örneklerinde 200 ppb aflatoksin B1 bulunmuştur. Uganda’da 15 yaşında bir çocuk, Tayvan’daki çocuklara çok benzer belirtilerle ölmüş ve bu çocuğun da 1.7 ppm aflatoksin içeren “cassava” yediği belirlenmiştir. Patolojik bulgu olarak akciğerde ödem, kalp yetmezliği, karaciğerde nekroz ve yağlanma görülmüştür. Aynı aileden iki çocuk daha hastalanmış, ancak daha az yedikleri için kurtulabilmişlerdir. Tayland’da da 3 yaşındaki bir çocuk “Reye’s sendromu” sonucu ölmüş ve çocuğun 2 gün önce yediği pirincin 10 ppm aflatoksin içerdiği saptanmıştır Çocuklarda meydana gelen Reye’s sendromu, kusma, “hypoglycemia”, katılma (convulsion) ve koma ile karakterize olmakta ve çoğu kez ölümle sonuçlanmaktadır (4). 1974’de Hindistan’da, 15 ppm kadar yüksek düzeyde aflatoksin içeren kontamine mısırı yiyen 320 kişinin %25’i ölmüştür. Ancak bu kadar yüksek bir kontaminasyonla karşılaşma olasılığı çok azdır (3). Birçok araştırmada, çocuklarda görülen ve kusma, hipoglisemi, konvulsiyon (kıvranma, çırpınma) ve koma ile karakterize olan, çoğu kez de ölümle sonuçlanan RReye’s sendromu ile aflatoksin alımının ilişkisi olabileceği birçok araştırmada da ileri sürülmektedir (Bullerman,Anonymous,11,13,14).

Aflatoksinler, sub-letal dozlarda, kronik etki göstermektedir. Sub-letal dozlarda aflatoksin uygulanan hayvanlarda, karkasın sararması ve karaciğerde siroz görülmüştür (4).

Düşük düzeyde ancak uzun süreli  aflatoksin alımı ise, birçok deney hayvanında karaciğer kanseri ile sonuçlanmaktadır. Deney hayvanlarından alınan bu sonuçlara bağlı olarak aflatoksinin kuvvetli bir hepatokarsinojen olduğunun belirlenmesi üzerine, insanlar üzerindeki etkisini anlamak amacıyla çok sayıda etiyolojik çalışma yapılmıştır. Asya ve Afrika’nın çeşitli ülkelerinde yapılan bu çalışmalarda;  karaciğer kanserine yakalanma sıklığı ile, aflatoksinle kontamine olmuş gıdaların tüketim düzeyi arasında kuvvetli bir ilişki gözlenmiştir (Bullerman, 1979; 14,15). Bu etiyolojik çalışmalarda bir dönem diğer hepatokarsinojenik etmen olan hepatit B virüsü enfeksiyonunun dikkate alınmadığı gerekçesiyle bir tartışma başlatılmıştır (16). Ancak 1son yıllarda yapılan moleküler genetik çalışmalarda, aflatoksinin insanlarda karaciğer kanserine neden olduğu konusunda önemli bulgular elde edilmiştir (17).

Aflatoksin B1’in karsinojenite ve mutajenitesini vücuttaki metabolizması sonucunda ortaya çıkmaktadır. Aflatoksinler, hayvanlarda öncelikle mikrosomal mikrozomal ve stoplazmik redüktaz oksigenaz enzim sistemleri tarafından metabolize edilmektedir. Bu enzim sistemleri, esas olarak karaciğer hücrelerinin endoplazmik retikulumunda bulunan, sitokromla ilişkili – coupled !!!! enzimlerle,, O2-’ye ve NADPH’a bağımlı enzimlerin kompleks bir organizasyonudur. Bu enzimler, çeşitli hidroksillenmiş türevlerin ve yüksek reaktif özelliğe sahip epoksid metabolitin oluşmasıyla sonuçlanan aflatoksin B1'in oksidatif metabolizmasını katalize etmektedir (15). Bu sistemlerle aflatoksin B1’in metabolizma yolları ve aflatoksin B1'in çeşitli metabolitlere biyotransformasyonu Şekil 2’de görülmektedir.

Bu metabolitlerden aAflatoksin M1 daha önce de değinildiği gibi, aflatoksin B1'in hidroksillenmiş türevlerinden biridir ve karsinojenik gücünün aflatoksin B1’den 10 kat daha düşük olduğu belirtilmektedir. Mikrozomal hidroksilasyon ve demetilasyon reaksiyonları sonucunda, bu kez aflatoksin B1’den çok daha az aktif olan oluşan aflatoksin Q1 ve P1 metabolitleri de aflatoksin B1’den çok daha az aktif olan oluşmaktadırmaddelerdir. Bu nedenle bu reaksiyonlar, detoksifikasyon prosesi olarak kabul edilmektedir. Metabolizmada aflatoksin B1'in detoksifikasyonu; hidroksillenmiş metabolitlerin sülfat ve glukuronik asitle birleşerek, suda çözünebilir sülfat veya glukuronid esterlerine dönüşmesi, ardından da idrar ve safra ile atılması ile tamamlanmaktadır. Bu biyotransformasyon olaylarında esas önemli olan proses, yine bu enzim sistemleriyle meydana gelen, aflatoksin B1'in epoksidasyonu prosesidir. Burada, bifuran halkasındaki çift bağın epoksidasyonu sonucu çok reaktif bir form oluşmaktadır.

 


 


Aflatoksin B1'in detoksifikasyonu; hidroksillenmiş metabolitlerin sülfat ve glukuronik asitle birleşerek, suda çözünebilir sülfat veya glukuronid esterlerine dönüşmesi ve idrar ve safra ile atılması ile gerçekleşir. Bu elektrofilik epoksid DNA, RNA ve protein gibi hücresel makromoleküllerdeki çeşitli nükleofilik merkezlere kovalent olarak bağlanabilir ve bu. Aflatoksin B1’in epoksi formunun  durum organizma veya hücreler için biyolojik bir tehlike oluşturur. bu aktifleşme reaksiyonunun sonucunda DNA ile birleşerek AFB1-N7-Gua kompleksini oluşturduğu bilinmektedir. Bu kompleks organizma veya hücreler için biyolojik bir tehlike oluşturmakta ve karsinojenik ve genotoksik etkilerin sorumlusu olarak değerlendirilmektedir. Şekil 3’de AFB1-N7-Gua kompleksinin yapısı görülmektedir. Kenya’nın aflatoksin B1 alımı ile karaciğer kanseri arasında pozitif ilişki bulunan bir bölgesinde hastalardan toplanan idrarlarda AFB1-N7-GuaBu kompleksi belirlenmiştir (8,15).

Bu epidemiyolojik, deneysel ve ggenetik ve deneysel bulgular sonucunda, aflatoksinler Uluslararası Kanser Araştırma Kuruluşu (IARC; International Agency for Research on Cancer;IARC; açık ismi) tarafından 1993 yılında yapılan sınıflamada da, aflatoksin B1 “yeterli kanıt elde edilmiş insan karsinojenleri (sınıf 1)”, AFLM1 de, "muhtemel insan karsinojenleri (2B sınıfı)" içersinde yer almıştır (18). Avrupa Birliği’nin “Gıda Maddelerinde Bazı Kontaminantların Maksimum Düzeylerini Belirleyen Komisyon Direktifi”nde; özellikle aflatoksin B1 olmak üzere, aflatoksinlerin genotoksik karsinojen maddeler olduğu, bu nedenle herhangi bir NOEL (No Observable Effect; gözlenebilir etki oluşturmayan düzey) ve ADI (Acceptable Daily Intake; kabul edilebilir günlük alım miktarı) belirlenemediğideğerinin belirlenemediğine değinilmektedir (19).

 

Türkiye 'de Aflatoksin Limitleri

Bugün dünyada hemen hemen bütün ülkeler, bu tehlikeden korunmak ve ihraç ettikleri ürünlerin geri dönüşünü azaltmak için gıda ve yemlerde bulunabilecek aflatoksin düzeyleri için limitler belirlemektedir. Avrupa Birliği’nin yukarıda sözü edilen direktifinde; “...bugünkü bilimsel ve teknolojik bilgilerin ve üretim/depolama tekniklerindeki gelişmelerin, bu toksinlerin oluşumunu tamamen önleyemediği ve bu -(ve (yukarıda sözü edilen-)) nedenlerle de, mümkün olduğu kadar düşük limitler belirlenmesi gerektiği” belirtilmektedir (19).

Ülkemizde de, Türk Gıda Kodeksi’nde (.........., (20) gıdalar, yemlerde de Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın Tebliği’nde (............, (21) ise yemler için aflatoksin limitleri belirlenmiştir (Çizelge... 1).

 

Aflatoksinlerin Detoksifikasyon ve Dekontaminasyon

 

ları

Aflatoksin sorunu, insan sağlığı için büyük bir tehlike oluşturmasının yanı sıra, ülkeler içinaynı zamanda ekonomik yönden de büyük önem taşımaktadır. Dünyada bu nedenle meydana gelen ekonomik kayıpların milyarlarca dolara ulaştığı belirtilmektedir. FAO, 1985 yılında, dünya gıda üretiminin %25’inin mikotoksinlerle kontamine olduğunu hesaplamıştır. Bu ekonomik kayıplar üreticinin ürün kaybı, hayvan ve süt kayıpları; işletmecinin ve dağıtımcının yüksek maliyetler ve son olarak tüketicinin yüksek fiyatlar ve sağlık giderlerinin artması nedeniyle olumsuz etkilenmesine yol açmaktadır. Ayrıca bu konudaki mevzuat maliyetleri, araştırma ve eğitim maliyetleri de ek bir ekonomik yük getirmektedir (3,18).

Aflatoksinle kontamine olan ürünü ihraç etmek mümkün olmamakta ve çoğu kez imha edilmek zorunda kalınmaktadır. Ayrıca yemlerde bulunan aflatoksin de, hayvanlarda ölüme kadar giden çok çeşitli etkilerinin yanısıra verim düşüklüğüne yol açarak ekonomik sorunlara neden olabilmektedir (Smith, 1997).

Çizelge 1 : Türkiye’de gıda ve yemlerde bulunmasına izin verilen aflatoksin (AFL) düzeyleri (µg/kgppb) (20,21)kaynak)

 

Aynı direktifte “...bugünkü bilimsel ve teknolojik bilgilerin ve üretim / depolama tekniklerindeki gelişmelerin, bu toksinlerin oluşmasını tamamen önleyemediği ve bu nedenlerle de, mümkün olduğu kadar düşük limitler belirlenmesi gerektiği” belirtilmektedir (EC, 1998).

 

 

 

 

Bütün bu nedenlerle, gıda ve yemlerde aflatoksin oluşumunun önlenmesi büyük önem taşımaktadır. Aflatoksin oluşumunun önlenmesindeki ilk ve en önemli adımöncelikle  hammaddenin tarlada gelişimi, hasatı, depolanması, nakliyesi, ürüne işlenmesi ve ürün elde edilmesi aşamalarındaki  küf gelişiminin kontaminasyonunun engellenmesi veya en aza indirilmesidirindirilmesi önem taşımaktadır. Mikrobiyal kontaminasyonu tarlada kontrol altında tutmak çok güçtür. Ancak, mikrobiyal kontaminasyon ürünün hasatı ve onu izleyen aşamalarda alınacak hijyen ve sanitasyon önlemleri ve bilinçli uygulamalarla büyük ölçüde engellenebilir. Aflatoksin oluşumunun önlenmesinde ikinci ve daha da önemli adım ise hammadde, ara ürünler ve son ürüne çeşitli şekillerde bulaşan küf/küflerin gelişiminin önlenmesidir. Bu da üretimde iyi bir teknoloji kullanma ve bilinçli uygulamalarla mümkün olabilir. Ancak küflerin gelişme isteklerinin az olması ve buna bağlı olarak da hemen hemen (yazı dilinde hemen hemen kullanılmıyor galiba) her yerde ve koşulda üremeleri nedeniyle, mikotoksin oluşumunun önlenmesinde büyük güçlükler yaşanmakta ve çoğu kez başarısız kalınabilmektedir. Aflatoksin kontaminasyonunun önlenemediği durumlarda üründen aflatoksinin uzaklaştırılması ve detoksifikasyon amacıyla çok sayıda araştırma yapılmakta ve fiziksel, kimyasal ve biyolojik birçok yöntem denenmektedir (22-25).

Fiziksel ayırma yöntemleri arasında, elle veya elektronik yollarla ayıklamadan aflatoksin düzeylerini azaltmak için yaygın olarak yararlanılmaktadır. Rengi değişmiş, bozulmuş, şekli bozuk taneleri ayıklayarak aflatoksini azaltma yönünde en iyi sonuçlar yerfıstığı sektöründe alınmıştır. Mısır veya pamuk tohumu gibi ürünlerde ise bu yöntemi uygulamada güçlüklerle karşılaşıldığından sıklıkla kullanılmamaktadır. Ürünler bir küf bozulması göstermediği halde mikotoksinleri önemli düzeylerde içerebilmektedir. Bu nedenle ayıklama ile son üründe başlangıçtakinden düşük aflatoksin düzeylerine ulaşılsa bile, çoğu kez kontaminasyonun tamamı giderilememektedir (24). Küflerin geliştiği danelerin yoğunluğunun, sağlam danelere göre daha az olmasından yararlanılarak aflatoksinin azaltılmasıyla ilgili çalışmalar da yapılmıştır (26).  Fiziksel dekontaminasyon yöntemleri arasında, iyonize ve iyonize olmayan ışınların, solvent ekstraksiyonlarının, adsorbsiyon ve mikrodalga ile ısıl işlemin aflatoksin üzerine etkileri de incelenmektedir (22,27).

İsmail Rustom’un çalışmasından bölümler!!!!!!

Gıda katkıları ve kimyasal adsorbanlar da, potansiyel dekontaminasyon yöntemleri olarak dikkate alınmaktadır. Tabata ve ark..(28), çok sayıda gıda katkı maddesini bu yönden incelemiş ve bazılarının gıda maddesine eklenen aflatoksin düzeyini azalttığını gözlemiştir. Diğer taraftan, patulin ve okratoksin A’nın aktif karbonla giderilmesinde başarılı sonuçlar alınmıştır (29,30). Sindirilmeyen bazı adsorban maddeler ise ticari olarak yemlerde kullanılmaktadır (31). Fiziksel ve kimyasal detoksifikasyon yöntemlerinin birlikte kulllanıldığı çalışmalar da yapılmaktadır (32,33).  Kimyasal kontaminasyon işlemleri içersinde amonyaklama işlemi bazı ülkelerde yasal olarak kabul görmüştür ve  bu ülkelerde yem hammaddelerinde yaygın olarak kullanılmaktadır (24,31).

Aflatoksinin üründen uzaklaştırılması ile ilgili olarak araştırılan farklı yöntemler, belirli derecelerde başarılı bulunmalarına karşın; yeterli detoksifikasyon düzeylerini sağlayamamaları, besin öge(öğe??)lerinde kayıplara neden olmaları ve yüksek maliyet gerektirmeleri gibi önemli dezavantajlara sahiptir. Bu alanda çalışan birçok araştırıcı; dekontaminasyon için en iyi çözümün, biyolojik detoksifikasyon olacağı, ; bunun tehlikeli kimyasalların kullanılmasını önleyeceği ni ve gıda/yemlerde besin değerleri ve yenilebilme özelliklerinde önemli kayıplara neden olmayacağı konusunda birleşmektedir (31).

Biyolojik yöntemlerden üzerinde en çok çalışılanlardan biri, mikotoksinin fermantasyon yoluyla giderilmesidir. İki farklı çalışmada, zeralenon ve fumonisinle kontamine olmuş mısırlardan etanol eldesi sırasında toksin miktarındaki değişim izlenmiş; her ikisinde de üretilen etanolde toksin bulunmazken, toksinin diğer fraksiyonlarda kaldığı belirlenmiştir ( 34,35).

Alkol fermantasyonunun trikotesenler üzerine etkisinin incelendiği bir çalışmada da, trikotesenlerin kendi türevleri olan maddelere dönüştüğü görülmüştür (31). Bir çalışmada, deoksinivalenol (DON, vomitoksin) ve fumonisinin etanol fermantasyonunda stabil olduğu (36); bir başka çalışmada da bira üretiminde alkol fermantasyonu sırasında, üç Saccaromyces cerevisiae suşunun malttaki okratoksin A, fumonisin B1 ve B2’yi azalttığı görülmüştür. Ayrıca, üzüm suyunun alkol fermantasyonu sırasında da trikotesenlerin degrade olduğu rapor edilmiştir. Mikroorganizmaların çeşitli mikotoksinler üzerine etkisini inceleyen bir çok çalışma yapılmış; okratoksin A’nın rumenden izole edilen 3 bakteri tarafından, diasetoksisirpenol (DAS) ve bir türevinin topraktan izole edilen bir mikrobiyal karışımla, zeralenonun çeşitli maya kültürleri tarafından degrade edildiği görülmüştür (37). Son yıllarda, laktik asit bakterileriyle aflatoksinin uzaklaştırılması ile ilgili olarak yapılan çalışmalardan da olumlu sonuç alındığı bildirilmektedir (38-41).

 

Flavobacterium aurantiacum  ile Dekontaminasyon

Bu arada, çok sayıda mikroorganizmanın da aflatoksin üzerine etkisi de incelenmiş ve bu çalışmaların sonucunda, canlı Flavobactericum aurantiacum hücrelerinin model ortamlarda aflatoksin içeriğini önemli ölçüde azalttığı veya biyodönüşüme uğrattığı ve bu dönüşümün geri-dönüşsüz olduğu gösterilmiştir.

Aflatoksinin keşfedildiği 1960’lı yıllarda, Ciegler et al.(1966) tarafından yapılan ve aralarında küf, maya, aktinomiset, bakteri ve alglerin bulunduğu yaklaşık 1000 mikroorganizmanın, aflatoksin B1  ve G1’i parçalama veya biyodönüşüme uğratması yönünde etkileri olup olmadığının test edildiği çalışma sırasında bu konudaki ilk bulgular elde edilmiştir. Bu çalışmada, hiçbir maya, aktionomiset ve algin aflatoksin üzerinde etkili olmadığı belirlenmiş; bazı Pseudomonas türlerinin aflatoksini azalttığı görülmüşse de, bunun ortam pH’ sındaki yükselmeye bağlı olduğu anlaşılmıştır. Küf ve küf sporları ile yapılan denemelerde, Aspergillus niger suşlarının  aflatoksin B1’i belli ölçüde azalttığı, ancak bunun uzun bir inkübasyon süresinde gerçekleştiği; Penicillium raistrickii ve bazı küf sporlarının da, aflatoksin B1 ‘in bir kısmını ince tabaka kromatografisinde farklı Rf lerde floresan veren maddelere dönüştürdüğü gözlenmiştir.

Bu çalışmada ,  Flavobacterium’un 7 farklı türü de dahil olmak üzere, test edilen bütün bakterilerin aflatoksin üzerinde etkisiz olduğu görülürken, yalnız Flavobacterium aurantiacum  NRRL B-184 suşunun aflatoksini ortamdan uzaklaştırabildiği belirlenmiştir (42).

Buraya Fa’nın özellikleri girecek!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!Flavobacterium, agarlı kültür besiyerlerinde sarı – turuncu renkli kolonileri ile karakterize olan ve karbohidratlardan zayıf asit oluşturabilen, Gram-negatif , fakültatif anaerobik, çubuk şeklinde olan bir bakteri cinsidir (43). Flavobacterium cinsine giren türler genelde 30 0C ve hemen altındaki sıcaklıklarda gelişebilmektedir. Bu bakterinin çok az sayıdaki türünün 37 0C’de üreyebildiği belirtilmiştir (44).

Bergey’s Manualin 1984 yılında yayınlanan baskısında (43) Flavobacterium cinsi içine F. aquatile, F. breve, F. balustinum, F. meningosepticum, F. odoratum, F. multivorum, F. spiritivorum olmak üzere 7 tür dahil edilmektedir. Bergey’s Manual’in sekizinci baskısında (44) ise tür sayısı 12 olarak belirtilmektedir. F. aurantiacum  türüne ise, sözü edilen Bergey’s Manual baskılarında rastlanamamıştır. F. aurantiacum  NRRL B-184 suşu “Northern Regional Research Laboratory, ABD”de tanımlanan ve isimlendirilen bir bakteridir. Ciegler ve ark..(42) gerçekleştirdikleri araştırmada “Flavobacterium aurantiacum olarak izole edilen ve “F. aurantiacum  NRRL B-184” olarak tanımlanan bu bakterinin Bergey’s Manual’in altıncı baskısında yer alan F.aurantiacum’un ve diğer Flavobacterium türlerinin özelliklerine tam uyum göstermediğine değinmişlerdir. Araştırıcılar F.aurantiacum  NRRL B-184 olarak isimlendirilen bu bakterinin, aerobik, Gram-negatif, çubuk şekilli, hareketsiz bir bakteri olduğunu ve “tryptone-glucose-yeast extract (TGY) agarlı besiyerinde, yuvarlak, parlak turuncu renkte, kubbeli, pürüzsüz ve sınırları belirgin koloniler oluşturduğunu belirtmiştir. Ayrıca çalışmada, bakterinin jelatini sıvılaştırmadığı, litmus milk besiyerinde 48 saatte 5mm’nin üstünde alkali reaksiyon verdiği, nitrattan nitrit oluşturmadığı, sitratta gelişmediği ve indol, nişasta hidrolizi, glukoz, sukroz ve laktoz negatif özellik gösterdiği belirtilmiştir.

Ciegler ve ark..(42) tarafından yapılan çalışmada, 107-1010 adet/mL konsantrasyonda F. aurantiacum  NRRL B-184 bakteri hücresi tarafından, TGY sıvı besiyerinde bulunan d Bu çalışmada, değişik konsantrasyondaki  (270-5000 mg/50mL)  aflatoksin B1B1in içeren tripton-glukoz-yeast ekstrakt sıvı besiyerinde (TGY broth), 107-1010 adet/ml bakteri hücresi tarafından 44 saat içinde toksinin %38-74 arasında değişen oranlarda besiyerinden uzaklaştırıldığı görülmüştür. Aflatoksinli ve aflatoksinsiz TGY broth besiyerinde geliştirilen durgun faz hücreleri, aflatoksin içeren fosfat tamponunda inkübe edilmiş;, bu koşullardaher iki durumda da toksinin ortamdan uzaklaştığı görülmüş ve toksinli besiyerinde geliştirilen hücrelerle, toksinsiz olanlarda geliştirilen hücrelerin aflatoksini uzaklaştırma miktarlarının oranları değişmediğimiştir. Ttoksindeki azalmanın azalma, hücre sayısı ve inkübasyon süresinin artırılmasıyla orantılı olduğu görülmüştürolarak artmıştır. Çalışmada, otoklavlanmış F.aurantiacum  kültüründeki ölü hücrelerin, hücre sayısı ile orantılı olarak aflatoksin B1 ‘i çözeltiden uzaklaştırdığı tespit edilmiştir. Bu çalışmada, 3x1012/50mL hücreyle inkübe edilen aflatoksin B1 ‘in yaklaşık olarak %70i çözeltide belirlenememiştir. Ancak ölü hücreler çözeltiden uzaklaştırılıp, hücre peleti suyla yıkandığında toksin tamamen geri alınmıştır. Ayrıca ölü hücrelerle, inkübasyon süresi ve/veya hücre sayısı artırılmasının  toksinin %70inden daha fazlasının uzaklaştırılamamaktadıruzaklaştırılması üzerine herhangi bir olumlu etkisi olmamıştır. Buna karşılık durgun faz hücreleri (2 x 1013/50mL hücre) tarafından 1‘er mg B1 ve G1 içeren fosfat tamponundan, bu toksinler 3-4 saatte tamamen uzaklaştırılmıştır. Canlı hücrelerin ortamdan uzaklaştırdığı toksin, suyla veya sonik işlemle ya da aflatoksinler için kuvvetli bir çözücü olan kloroformla yıkayarak ya da sonik işlemle bile geri alınamamıştır. Canlı hücrelerin inkübasyondan sonra otoklavlanması da toksinin geri dönüşünü sağlamamıştır. Bu nedenle araştırıcılar, canlı hücrelerle geri dönüşsüz bir uzaklaşma gerçekleştiği sonucuna varmışlardır.

Aynı yıllarda, Bbu olayın daha ayrıntılı incelendiği diğer bir çalışmada da (45), 1011/mL düzeyinde canlı hücre içeren bir sıvı ortamda, 7 ppm aflatoksin B1 ’in 4 saat inkübasyonla tam olarak uzaklaştığı ve toksinin suyla, kloroformla ve sonik işlemle geri alınamadığı tekrar görülmüştür. Aynı deneme otoklavlanmış hücrelerle yapıldığında da, aflatoksin B1 ’in hemen hemen aynı oranda ortamdan uzaklaştırıldığı, ancak buradaki toksinin geri alınabildiği ve canlı hücrelerle elde edilen sonucun tersine, inkübasyon süresi uzadığında toksin azalışının devam etmediği belirlenmiştir. Buna bağlı olarak araştırıcılar, aflatoksinin geri-dönüşsüz olarak uzaklaşmasının, ancak canlı F. aurantiacum hücreleri ile mümkün olduğunu belirtmişlerdir.

Test çözeltilerinden olumlu sonuç alınması üzerine aynı araştırıcılar, F.aurantiacumF. aurantiacumu çeşitli gıdalar üzerinde de denemişlerdir (42). Bu denemelerde, toksijenik bir A.flavus suşu geliştirilerek aflatoksin oluşması sağlanan ürünlerde çalışılmış;, 2x1011 / mL F.aurantiacumF. aurantiacum  hücresi ile 28 0C de 12 saatlik inkübasyon sonunda  soya fasulyesindeki 8 ppm düzeyindeki aflatoksin 2 ppm düzeyine inerken, mısır ve yerfıstığında, sırasıyla sıra doğru mu? 1316 ve 163 ppm düzeyindeki aflatoksin B1 ve G1’in, %100 oranında ortamdan uzaklaştığı görülmüştür. İnkübasyon süresi uzatıldığında soya fasulyesinde kalan aflatoksinin de giderildiği görülmüştürgözlenmiştir. Süt, bitkisel yağ ve fıstık ezmesi gibi sıvı ve yarı-katı ürünlerde ise, 4x1011/mL bakteri hücresi ile 12-14 ppm düzeyindeki aflatoksin B1’in 2-4?????2-3 saat arasındaki gibi  kısa sürelerde sıfıra veya iz miktarlara düştüğü belirlenmiştir.

Aynı çalışmada, bakteri hücreleriyle aflatoksini giderilmiş olan çözeltiler, ördek yavrularıyla test edilerek yeni toksik formlar oluşup oluşmadığı toksikolojik yönden belirlenmiştirincelenmiştir. Buna göre, tek başına 7 ve 8 mg aflatoksin B1 ve G1 verildiğinde, ördek yavrularında “bile duct hyperplasia” (safrakesesi aşırı salgısı mı????) görülürken; canlı hücrelerle işlem görmüş 30 ve 52.5 mg gibi yüksek düzeydeki  aflatoksin B1 ve G1 verilen ördek yavrularında herhangi bir histolojik değişiklik gözlenmemiştir. Bu sonuçlara bağlı olarak araştırıcılar, canlı F.aurantiacumF. aurantiacum  hücrelerinin çözeltideki aflatoksini detoksifiye ettiğini ve yeni toksik parçalanma ürünlerinin oluşmadığını belirtmişlerdir (42).

Lillehoj ve ark.. (45) tarafından yapılan çalışmada; aflatoksinin F. aurantiacum  hücreleri üzerine etkisi, toksinin organizmaya bağlanma miktarı ve bağlanma mekanizması incelenmiştir. Bu çalışmada, yüksek konsantrasyonda (5 mg/mL’den fazla) aflatoksin bulunan ortamda gelişen F. aurantiacum  hücrelerinin morfolojisinin değiştiği; hücre boyunun aflatoksin miktarına ve inkübasyon süresine bağlı olarak belirgin şekilde uzadığı, ipliksi bir görünüm alan bu hücrelerde sonunda daha sonra da şişkinlik ve dallanmalar meydana geldiği görülmüştür. Araştırıcılar bu tip  bir değişikliğin, penisilin gibi hücre duvarı inhibitörlerinin etkisine benzediğini belirtmişlerdir. Örneğin penicilinle geliştirilen F.aurantiacum  hücreleri de benzer değişimleri göstermiştir. Çalışmada, test çözeltilerine eklenen %1 glukoz, 0.01 M azid veya 1000 ünite/mL penisilin,  canlı hücreler tarafından toksinin uzaklaştırılmasını etkilememiş ve toksinin en fazla azalışı 35 0C sıcaklıkta ve pH 6.75de gerçekleşmiştir. Ayrıca, çalışmada kullanılan hücre duvarı parçalanmış bakteri ve izole edilmiş hücre duvarı preparatları da toksini uzaklaştırmakta başarılı olmuş, ancak toksin bu preparatlar suyla yıkandığında geri alınabilmiştir. Araştırıcılar bu sonuçları, toksinin canlı hücreler tarafından metabolik olarak kullanıldığı ve geri-dönüşsüz olarak giderilmesi için sağlam ve tam hücre yapısına ihtiyaç olduğu şeklinde değerlendirmişlerdir. Ayrıca, aflatoksinin muhtemelen başlangıçta hücre dış yüzeyine hidrojen veya van der Waals bağlarıyla zayıf olarak bağlandığını, geri-dönüşsüz uzaklaştırmanın ise, canlı hücreler tarafından ve daha yavaş olarak gerçekleştirildiğini belirtmişlerdir. Ancak bunun bir varsayım olduğunu, ölü ve canlı hücreler tarafından uzaklaştırma arasında hiçbir ilişkinin olmayabileceğini de ifade etmişlerdir.

Daha sonra başka bir araştırma ekibi tarafından bu bakteri yeniden ele alınmış ve yerfıstığı sütünde denenmiştir. Araştırıcılar, öncelikle F. aurantiacum  durgun faz hücrelerinin elde edilmesi için uygun bir besi ortamı ve yerfıstığı sütünde bu bakterinin gelişme karakteristiklerini belirlemek amacıyla çalışmışlar ve triptiktriptic soy broth (TSB) besiyerinin bu amaç için uygun olduğunu; yağlı yerfıstığı sütünde F. aurantiacum un, yağı %50 oranında azaltılmış olana göre daha yavaş durgun faza ulaştığını ve bakterinin stabilitesini en iyi pH 7.0de koruduğunu göstermişlerdir (46). Aynı araştırıcılar, bakteri tarafından yerfıstığı sütündeki aflatoksinin giderilmesi üzerinde de çalışmışlar; 109 hücre/50 mL (2x107 hücre/mL) düzeyinde 24 saat inkübasyon sonunda, aflatoksin miktarında, fosfat tamponu çözeltisi ile yağı alınmamış ve yağı % 50 azaltılmış olan iki tip yerfıstığı sütü ortamlarında, sırasıyla %40, %23 ve %74 bir azalma olduğunu belirlemişlerdir (47).

Line ve Brackett (48) tarafından, aflatoksinin uzaklaşmasını etkileyen faktörler incelenmiş; hücre sayısı ve kültür yaşının aflatoksinin degradasyonunda etkili olduğu, transfer sayısının ise etkili olmadığı bildirilmiştir. Çalışmada, 72 saatlik geç durgun faz kültürünün, 48 saatlik durgun faz kültürüne göre toksini daha yüksek oranda ortamdan uzaklaştırdığı görülmüştür. Araştırıcılar, bunun nedeninin anlaşılamadığını, ancak bunun yaşlı hücrelerde ölü hücre sayısının daha fazla olmasına veya bu devrede hücrenin bazı konformasyonal ve metabolik değişiklik geçiriyor olmasına bağlı olabileceğini belirtmişlerdir. Hücre sayısı ile ilgili olarak da, yaklaşık 1x109 kob/mL ve daha fazla sayıdaki hücrenin fosfat tamponunda aflatoksini uzaklaştırabildiği, daha az hücreyle (~1x106 kob/mL)  ise, aflatoksinin ortamdan ölçülebilir düzeyde uzaklaştırılamadığı görülmüştür. Diğer taraftan 8 ay boyunca 3 günde bir yapılan kültür transferi işleminin de fosfat tamponu ortamından aflatoksinin uzaklaştırılmasını etkilemediği belirlenmiştir.

Line ve ark. (49)’ nın F.aurantiacumF. aurantiacum tarafından gerçekleştirilen aflatoksin degradasyonunun mekanizmasını çözmeye yönelik çalışmalar yoğunlaşmış; öncelikle de sözkonusu bakterinin, toksini gerçekten dönüştürüp dönüştürmediği, veya toksinin kayboluşunun hücrelere adsorbsiyondan kaynaklanıp kaynaklanmadığı soruları üzerinde durulmuştur. Bu amaçlaolarak gerçekleştirdiği bir çalışmada (Line et al.,1994), radyoaktif olarak işaretlenmiş olan aflatoksin B1, canlı ve ölü bakteri  hücreleriyle 72 saat inkübe edilmiş ve belirli periyodlarla sulu fazlar ve bunların kloroform ekstraktları 14C içeriği yönünden analiz edilmiştir. Bu radyoaktivite analizleri, kloroformda çözünen [14C] aflatoksin B1 ‘in canlı F. aurantiacum  hücreleri tarafından hızla suda çözünür ürünlere dönüştüğünü göstermiştir. F. aurantiacum  hücresi içermeyen kontrol örneklerinde 72 saat sonra bile radyoaktivitenin % 99.7si kloroform fazında bulunurken, canlı hücrelerin bulunduğu ortamlarda ise 6 saat sonra kloroform fazında radyoaktivitenin yalnız % 24.1i kalmıştır. Denemenin sürdürüldüğü zaman içersinde (72 saat) suda çözünebilir degradasyon ürünlerinin artış hızı ve oranı ile, kloroform fazında radyoaktivitenin azlalma hızı ve oranının hemen hemanhemen aynı olduğu görülmüştür. Bu durum, “sabit biyokütlede ve hızlasürekli olarak sınırlanan azalan substrat düzeylerinde hız, sürekli olarak azalan rezidualkalan substratın konsantrasyonu ile doğru orantılıdır” şeklinde tanımlanan ve sudaki, topraktaki birçok bileşiğin dekompozisyonunda görülmüş olan tipik “birinci derece (first – order) (?) “ kinetiğine uygun bulunmuştur.

Aynı çalışmada Öölü hücrelerle işlemden sonra da, sulu fazda bulunan radyoaktivite, hiç hücre bulunmayan kontrollerle yakın olmuş, kloroform fazında kontrolden az, canlı hücrelerinkinden fazla bulunmuştur. İnkübasyon sırasında 14CO2 de ölçülmüş, kontrol ve ölü hücrelerde hiç radyoaktif CO2 ölçülmezken, canlı hücreler tarafından giderek artan düzeylerde 14CO2 serbest kalmıştır. Ayrıca hücre peletindeki radyoaktivite ölçümlerinde de, canlı hücrelerin peletlerinde başlangıçta görülen radyoaktivite hızla azalırken, ölü hücrelerde başlangıçtan çalışmanın sonuna kadar (72 saat) boyunca) değişmemiştir. Bu da, başlangıçta ölü ve canlı hücrelerde, bir olasılıkla aflatoksin B1 ‘in hücre duvarına bağlanmasının gerçekleştiğini, ancak canlı hücrelerde hızla suda çözünebilir maddelere dönüştüğü halde, ölü hücrelerin üzerinde kaldığı ve geçici bir uzaklaştırma olduğu anlamına gelmektedir. Araştırıcılar çalışmanın bütün bu sonuçlarını, aflatoksin B1 ‘in canlı F. aurantiacum  hücreleri tarafından aktif olarak metabolize edildiğinin kanıtı olarak değerlendirmiştir.

Line ve Brackett (50) tarafından yapılan bir çalışmada da, F. aurantiacum un aflatoksin B1 ‘in degradasyonuna, ortama ikinci bir karbon kaynağı olarak eklenen besin öğelerinin ve toksin konsantrasyonunun etkisi incelenmiştir. Bu amaçla bakteri hücresi içeren fosfat tamponu veya triptiktriptic soy broth (TSB) test çözeltilerinin bir bölümüne yalnız radyoaktif olarak işaretlenmiş aflatoksin B1, diğer bir bölümüne de hem işaretlenmiş, hem de  işaretlenmemiş aflatoksin B1 eklenmiş ve 28 0Cde 72 saat inkübe edilmiştir. Hücre süpernatantının ve 14CO2 in suda ve kloroformda çözünen kısımlarının analizleri; eklenen besin öğelerinin (TSB) ve işaretlenmemiş toksin ekleyerek toksin konsantrasyonunu artırmanın, aflatoksin B1 ‘in mikrobiyal dönüşümüne (transformasyon) önemli bir etkisinin olmadığını göstermiştir. Bu gözlemin, Lillehoj ve ark.. (45)un, ikinci karbon kaynağı olarak %1 glukoz ekledikleri ve degredasyona etkisinin gözlenmediği çalışmanın sonuçlarıyla uyum gösterdiği belirtilmiştir. Araştırıcılar, bu çalışmanın sonuçlarına bağlı olarak, F.aurantiacumun aflatoksin B1 ‘i degradasyonu ile ilgili metabolizması hakkında bazı ipuçları elde ettiklerini belirtmişlerdir. Eklenen besin öğelerinin degradasyon üzerinde etkili olmaması ve canlı hücrelerle aflatoksin B1 ‘in suda çözünebilir ürünlere dönüşmesi,; araştırıcıları degradasyonun, “ko-metabolizma”[4], organik bileşiklerin akümülasyonu[5] veya konjugasyon reaksiyonları[6] gibi mekanizmalarla ilişkili olmadığı; ancak, mikroorganizmanın hem karbon, hem de enerji kaynağı olarak tek bir bileşikten yararlandığı metabolizma şekli olan “mineralizasyon” sonucu meydana gelebileceği yorumuna doğru itmiştir.şeklinde yorumlanmıştır. Mineralizasyonda, mikroorganizmalar organik substratları inorganik ürünlere dönüştürürken, substrattaki karbonun bir kısmı hücresel yapıların içine asimile olmakta ve bu asimilasyon nedeniyle de biokütle ve popülasyon artmaktadır. Bu durum, mineralizasyonun, gelişme çoğalma ile ilişkili bir proses olduğunu göstermektedir. Araştırıcılar, yapılan çalışmalarda F.aurantiacum  hücre sayısında, gelişme çoğalma olarak değerlendirilecek bir artış görülmemesinin de, mineralizasyonun, deneme süresi olarak alınan süreçten sonra da devam ediyor olabileceğine veya yüksek konsantrasyonlarda aflatoksin B1 ‘in F.aurantiacum  hücreleri için toksik olabileceği (Lilehoj et al., 1967) bulgusuna (45)  bağlı olabileceğini belirtmişlerdir. Bu çalışmayla ileri sürülen, “degradasyonun bir mineralizasyon prosesi içersinde gerçekleştiği ve dışarıdan bir enerji kaynağına ihtiyaç göstermediği” hipotezinin kesinleşmesinin, bu yöntemle detoksifiye edilen yem ve gıdalarda besin kalitesini olumsuz etkilemeyeceğini göstermesi yönünden de önemli olduğu belirtilmektedir.

F.aurantiacum‘un aflatoksin B1‘i ortamdan uzaklaştırma yeteneği ile ilgili çalışmalar, bu degradasyonun mekanizmasını çözmeye yönelik olarak sürmüştür. Çünkü mekanizma ve meydana gelen degradasyon ürünleri tam olarak anlaşılamadığı sürece, bu yöntemin uygulamaya sokulmasının mümkün olmadığı düşünülmektedir. Ancak degradasyon ile ilişkili enzim veya enzim sistemleri ve degradasyon metabolizması belirlendikten sonra; enzimlerin gen kodlaması yapılıp, plazmidlerin içine yerleştirilerek veya detoksifikasyonda kullanılacak başka bir organizmaya transfer edilerek ya da daha da ileri giderek, dirençli ürünler elde etmek amacıyla genetik materyal doğrudan bitkide kullanılarak uygulamaya aktarılabilmesini sağlayacak çalışmaların yapılabileceği belirtilmektedir (51).

Bu Degradasyon mekanizmasını çözmeye yönelik bu çalışmalardan birinde, degradasyon prosesleri ile ilişkili olduğu düşünülen bazı enzim sistemlerinde yeralan bazı metal ko-faktörlerin (Cu+2, Mn+2, Zn+2 ve Co+2), F.aurantiacum  tarafından aflatoksin B1 ‘in degradasyonunda etkili olup olmadığı ve eğer bir etki varsa bunun, şelatör (EDTA; etilendiamintetraasetikasit  ve OPT ; 1,10 fenantrolin) varlığında da sürüp sürmediği araştırılmıştır (52). 1 ve 10 mM konsantrasyonlarda iki değerlikli bakır içeren ortamlarda; 4, 24 ve 48 saat inkübasyondan sonra degradasyonun kontrollerden önemli ölçüde düşük olduğu, 0.1 mM konsantrasyonda ise farklı olmadığı görülmüştür. 1mM EDTA veya 1mM OPT eklenmesi, 1 ve 10 mM Cu+2 ile, 4, 24 ve 48 saat sonra; 0.1 mM Cu+2 ile, 24 ve 48 saat sonra meydana gelen degradasyonu inhibe edici etki önlenememiştir. Araştırıcılar, Cu+2‘ın bakteri üzerinde toksik etkiye sahip olabileceğini; yaptıkları bir ön çalışmada da, Cu+2 ile inkübe edilen hücrelerin sayısında yaklaşık 1.5 – 2 log düzeyinde bir azalma gördüklerini bildirmişlerdir. Ancak bu toksik etkinin bir enzim veya enzim sistemi üzerinde de olabileceği ve aflatoksin B1 degradasyonuyla ilişkili bir redüktaz sistemini inhibe etme olasılığı üzerinde de durulmuştur. İki değerlikli mangan eklenen hücrelerde ise, 0.1 mM konsantrasyonda etki önemli bulunmamış, 1 ve 10 mM konsantrasyonda ise, 4. ve 24. saatten sonra degradasyonda önemli bir azalma olduğu görülmüştür. Ön çalışmalarda Mn+2 bulunan ortamlarda hücre sayısında azalma gözlendiğinden, iki değerlikli manganın da yüksek konsantrasyonlarda aflatoksin B1 degradasyon sisteminin genlerini baskılayıcı olabileceği veya enzimin bu degradasyon için daha düşük affiniteye sahip veya inaktif hale dönüştürülebileceği olasılığı belirtilmiştir. 1 mM EDTA veya OPT tarafından 1 mM  Mn+2ın bağlanması, 4 ve 24 saat sonra aflatoksin B1 ‘in degradasyonunu önemli ölçüde arttırmış, 1 mMm OPTnin 10 mM Mn+2  içeren ortama eklenmesi ise artırmamıştır. Bu bulgu, Mn+2ın aflatoksin B1 degradasyonu üzerinde inhibisyon etkisinin yalnız yüksek konsantrasyonlarda olduğu şeklinde değerlendirilmiştir.

İki değerlikli çinko eklenen örneklerde de degradasyon, 1 ve 10 mM konsantrasyonlarda, 4, 24 ve 48 saat sonra önemli ölçüde azalmıştır. 1 mM EDTA, 1 ve 10 mM Zn+2nun bu inhibitör etkisini önleyemezken, OPT Zn+2yu bağlamış ve degradasyonun inhibisyonunu önlemiştir. Ancak, 10 mM konsantrasyondaki Zn+2 varlığında OPT, yalnız Zn+2  bulunanlara göre daha yüksek bir degradasyon sağlamıştırsağlamıştır. Buna rağmen, . Ancak, yalnız aflatoksin B1 bulunan ortamdaki kontrol hücrelerinin degradasyon oranından yine de daha azdıraz degradasyon gerçekleşmiştir. Zn+2  nun degradasyon ile ilişkili olan enzim veya enzim sisteminde konformasyonal bir değişikliğe neden olarak aktiviteyi etkileyebileceği üzerinde durulmuştur. Çalışmada, Co+2ın degradasyonda hiçbir değişikliğe neden olmadığı görülmüş ve bu nedenle şelatör denemesi de yapılmamıştır.

Araştırıcılar bu çalışmanın sonuçlarını değerlendirirken başka çalışmalarda elde edilen aşağıdaki bilgileri dikkate almışlardır:

§         Cu+2, Methylosymus trichosporiumda “çözünebilir metan monoksigenaz (sMMO)” ın redüktaz ve hidroksilaz komponentlerinin bir inhibitörüdür.

§         Mn+2,  Acromobacter türlerinin karbofuran hidrolaz ve fungal sistemlerde lignini degrade eden peroksidazlar gibi çeşitli enzim sistemlerinin önemli bir aktiviatörüdür.

 

 

§         Zn+2, alkol dehidrogenazların bir ko-faktörü ve transkripsiyon faktörlerinin, DNA polimerazların ve karbonil anhidrazların aktivasyonu ve DNA bağlanmasında düzenleyici bir rol oynamakta olup, aynı zamanda M.trichosporiumun hidroksilazı ve glukoz – 6 – fosfat dehidrogenazın bir inhibitörüdür.

Araştırıcılar sonuç olarak, Cu+2, Mn+2, Zn+2nun degradasyonda gösterdiği inhibisyonun, aflatoksin B1 degradasyon ile ilişkili özel bir enzim veya enzim sisteminin kesin kanıtlarını sağlamadığını; ancak bu organizma tarafından aflatoksinin degradasyonda bir redüktaz sisteminin rol oynadığını ileri sürebileceklerini; bu katyonların hücresel fraksiyonlar ve/veya enzim preparasyonları üzerindeki etkisini belirlemeye yönelik çalışmaların yapılmasını gerektiğini belirtmişlerdir.

Yine aynı araştırıcılar tarafından bu kez, F.aurantiacum  tarafından gerçekleştirilen aflatoksin B1 degradasyonu üzerine, divalent katyon olarak Ca+2  ve Mg+2un; şelatör olarak da yine EDTA ve OPTnin etkisi incelenmiştir (D’souza ve  Brackett, 2000). Çalışmada Ca+2  ve Mg+2un seçilme nedeni olarak, bu elementlerin enzimlerin büyük bölümünde doğal aktivatörler olmaları belirtilmiştirgösterilmiştir. Mg+2un; membranları stabilize ettiği, protein ve nükleik asiıtilerin yapısal bütünlüğünü (integrity) koruduğu, ribozomları stabilize ettiği, ATP ile bir ko-faktör olarak davrandığı ve enzimleri aktive ettiği; Ca+2un ise, çeşitli enzimlerin fonksiyonları ve yapılarında önemli rol oynadığı, örneğin g–karboksiglutamat dekarboksilazın önemli bir ko-faktörü olduğu bildirilmiştir. Yalnız aflatoksin B1 ve ve bakteri hücresi içeren fosfat tamponunda (kontrol) 48 saat sonra elde edilen degradasyon; 0.1 ve 10 mM Ca eklenmiş olanlarda 16 ve 24. saatlerde de artış göstermiş, ancak, yalnızca 48. saatteki artış kontrolden önemli düzeyde farklı bulunmuştur. Aynı Benzeri sonuç Mg+2 ile de elde edilmiştir. Degradasyondaki bu artışın, bu divalent katyonların glikoliz ve trikloroasetik asit siklusunda çeşitli dehidrogenazlar ve dekarboksilazların önemli ko-faktörleri olmalarına bağlı olabileceği belirtilmiştir.

Hücre preparasyonlarına divalent katyonlar (Ca+2  ve Mg+2) olmaksızın EDTA ve OPT ilavesi ile 24. saatteki degradasyon önemli ölçüde artmıştır, 16 ve 48. saatlerdeki artışlar önemli olmamıştır. Aynı şekilde 0.1 ve 1 mM OPT ilavesi de, 24 saat inkübasyondan sonra önemli ölçüde daha yüksek degradasyon sağlamıştır. Ancak 10 mM OPTde 24 saat inkübasyondan sonra bir azalma görülmüştür. Degradasyonda şelatörlerle elde edilen bu artışın; EDTAnın metal iyonlarının büyük bölümünü şçelatlayabilmesi, ayrıca bir metalloproteinaz inhibitörü olması, ; OPTnin de ise iki değerlikli Cu, Fe ve Zn ve üç değerlikli Feye yüksek affinite gösteren bir şelatör olması ile ilişkili olduğu ve EDTA ve OPT ile inhibitörlerin (muhtemelen  Ca+2  ve Mg+2 dışındaki katyonların) bağlanmasıyla açıklanabileceği belirtilmiştir.

Ortama 1 mM EDTAnın Ca+2  ile birlikte eklenmesi durumunda, degradasyonda bir değişiklik olmamıştır. Ancak, Ca+2  ile birlikte 1 mM OPTnin eklenmesi önemli ölçüde degradasyonu düşürmüştür. En yüksek degradasyon 1mM OPT + 10 mM Ca+2 ile gerçekleşmiş ve 1 mM ve 0.1 mM Ca+2 + 1 mM OPT ortamında azalma olmuştur. Mg+2  ile birlikte 1 mM EDTA veya 1 mM OPT varlığında da degradasyon kontrollerden daha düşük olmuştur.

Bütün bu sonuçlara bağlı olarak; Ca+2  ve Mg+2 katyonlarının F.  aurantiacum  degradasyonunu teşvik ettiği, bu katyonların şelatörler tarafından bağlanmasının onları F.  aurantiacum  hücreleri tarafından kullanılamaz hale getirdiği ve Mg+2  un bu teşvik etkisinin muhtemelen daha yüksek olduğu belirtilmiştir. Araştırıcılar, sonuçlarının bu reaksiyonun kesin kanıtını sağlamıyorsa da, degradasyon sırasında bir redüktaz – dehidrogenaz enzim sistemi yoluyla aflatoksin B1 ‘in furan halkasının redüksiyonunun sözkonusu olabileceğini; bir başka olasılığın da, dekarboksilazlar aracılığıyla aflatoksin B1 ‘in kumarin halkasının dekarboksilasyona uğraması olabileceğini belirtmişlerdir.

Smiley ve  Draughon (53), F.  aurantiacum  tarafından aflatoksin B1 degradasyonunun bir proteine bağlı olup olmadığını araştırmışlardır. İşlenmemiş (crude) protein ekstraktları ile yaptıkları çalışmada, degradasyondaki enzimatik prosesle ilgili bilgi de elde etmek amacıyla; proteinaz K, DNase I ve pHnın degradasyon üzerindeki etkileri de incelenmiştir. Protein ekstraktları (800 mg toplam protein/mL) sulu çözeltilerdeki aflatoksin B1 ‘i % 74.5 oranında ortamdan uzaklaştırmıştır. Isıl işlem görmüş proteinle ise, aflatoksin B1 kontrolle yaklaşık olarak aynı düzeyde (%5) azalmıştır. Ancak bu bulgu, diğer hücre bileşenleri ve yapılarının da sıcaklığa dayanıklı olmaması nedeniyle, degradasyonun bir enzime bağlı olduğunu kesin olarak kanıtlayamamaktadır. Proteinaz K ile işlem görmüş protein ekstraktlarının da aflatoksin B1 ‘i % 34.5 oranında azalttığı görülmüştür. Proteinaz K spesifik olmayan bir proteazdır ve protein ekstraktında bulunan bütün proteinlerle reaksiyona girmektedir. Protein ekstraktındaki diğer proteinler de proteinaz K için substrat olabileceği için, degradasyonun % 100 inaktivasyonu beklenmemektedir. (Proteinase K is a nonspecific protease and will react with all proteins present in the crude extracts. Other proteins present in the crude protein extract can also serve as substrate for proteinase K, so 100% inactivation of degradation of aflatoxin B1 is not expected)Araştırıcılar proteinaz K ile işlem görmüş protein ekstraktlarının degradasyonu azaltmasının, degradasyonun bir proteine ve belki de bir enzime bağlı olduğunu gösterdiğini belirtmiştir. DNase I işlemi sonucunda ise, degradasyon %80.5 oranında gerçekleşmiştir. Bu işlem, degradasyonun bakterinin genomik DNAsına spesifik olmayan bir bağlanmayla ilişkili olup olmadığını anlamak amacıyla yapılmıştır.  DNase, 3’-hidroksil oligonükleotidleri üreten tek ve çift bağlı (sinle- and double-stranded) heliksli DNAyı degrade eden bir enzimdir. Bu sonuç degradasyonun, aflatoksin B1 ‘in bakterinin kromozal DNAsına bağlanmasıyla meydana gelmediğini göstermektedir. Aflatoksin B1 ‘in DNAya bağlanmadan önce epoksi forma dönüşmesi gerekmektedir, ancak bakterinin mikrosomal enzimleri olmadığı için epoksidasyon da beklenmemekte ve bu durumda DNAya bağlanma gerçekleşmemektedir. DNase I ile işlem görmüş ekstraktta görülen degradasyonun, hiç işlem görmemiş olanlardan biraz daha yüksek olması da (sırasıyla %80.5 ve 74.5); DNA ve aflatoksin B1 arasında meydana gelebilecek spesifik olmayan interaksiyonlar içersinde bağlanmada bir rekabetin ortadan kalkmış olmasına bağlanmıştır. pHnın degradasyona etkisini ölçen bir deneme de yapılmış ve pH 5, 6, 7 ve 8 arasında en yüksek degradasyon, nötral pH da gerçekleşmiştir. Aflatoksin B1 degradasyonu ile pH arasında bulunan ilişki; tipik bir enzimatik reaksiyon olarak değerlendirilmiştir.

D’souza ve  Brackett (53), yine degradasyonun mekanizmasını çözmeye yönelik olarak çalışmışlar; indirgenme koşullarının (reducing conditions – doğru mu?) ve seril ve sülfidril grup inhibitörlerinin degradasyon üzerine etkisini araştırmışlardır. Çalışmada, redaüksiyon koşullarının etkisini incelemek amacıyla L-sistein kullanılmış; 0.1, 1 ve 10 mM L-sistein konsantrasyonlarının konsantrasyonunun degradasyon üzerine bir etkisi görülmemiştir. Bu sonuç, L-sisteinin, F.  aurantiacum  tarafından gerçekleştirilen aflatoksin B1 degradasyonunda etkili bir redüksiyon ajanı olmadığı; ya da redüksiyon koşullarının degradasyonda önemli olmadığı şeklinde değerlendirilmiştir. Seril ve sülfidril gruplarının degradasyondaki önemini anlayabilmek amacıyla da, bu grupların inhibitörleri olan, sırasıyla fenilmetilsulfonil florür (PMSF) ve Cd+2 kullanılmıştır. Eğer seril ve sülfidril grupları degradasyonla ilişkili ise, inhibitörlerin kullanılmasının degradasyonu önlemesi veya azaltması beklenmektedir. 1 ve 10 mM Cd+2 varlığında inhibisyon meydana gelmiş; 1 mM EDTA ve 1 mM OPT eklenmesi de inhibisyonu önleyememiştir. PMSF ile inkübe edilen hücrelerde de 1 mM konsantrasyonda önemli inhibisyon görülmüştür. Araştırıcılar, Cd+2 ve PMSF çalışmalarında görülen inhibisyonun; degradasyonla ilişkili enzim sistemindeki seril ve sülfidril gruplarının inaktif hale gelmesiyle ilişkili olabileceği gibi; metabolizması için ihtiyaç duyduğu seril ve sülfidril gruplarını inaktif hale getirerek mikroorganizmanın kendisine de toksik etki gösteriyor olabileceğini belirtmişlerdir. Çalışma ile, seril ve sülfidril gruplarının önemli olduğu anlaşılmışsa da, bunların degradasyonla ilişkisinin esas olarak hücresel fraksiyonlar ve enzimatik preparasyonlarla çalışılarak kesinleştirilebileceği vurgulanmıştır.

 

KAYNAKLAR

1.       Chu, F.S., 1977, Mode of Action of Mycotoxins and Related Compounds. Adv. Appl. Microbiol., 22, 83-142.

2.       Hsieh, D.P.H., 1979, Mycotoxins – Their Biosynthesis in Fungi: General Introduction, Journal of Food Protection, 42(10), 804.

3.       Pohland, A.E., 1993. Mycotoxins in Review. Food Addivites and Contaminants. 10 (1), 17-28.

4.       Bullerman, L.B., 1979. Significance of  Mycotoxins to Food Safety and Human Health: Journal of Food Protection, 42 (1): 65–86.

5.       Scott, P.M., 1978. Mycotoxins in Feeds and Ingredients and their Origin, Journal of Food Protection, 41(5), 385-398.

6.       Betina V., 1989. Mycotoxins, Chemical, Biological and Environmental Aspects, Elsevier, ISBN 0-444-98885-8, Amsterdam-Oxford-New York, Tokyo, 437p.

7.       Ito, Y., Peterson, S.W., Wicklow, D.T. and Goto, T., 2001, Aspergillus pseudotamarii, A New Aflatoxin Producing Species in Aspergillus Section Flavi, Mycological Research, 105(2), 233-239.                                                   

8.       Groopman, J.D. and Kensler, T.W., 1988, Aflatoxin Exposure in Human Populations: Measurements and Relationship to Cancer, CRC Critical Review in Toxicology, 19(2), 113-145.

9.       Stoloff, L., 1977. Aflatoxins – An Overview : Mycotoxins in Human and Animal Health. Rodricks, J.V.,  Hesseltine, C.W., Mehlman, M.A. (eds), Pathotox Publishers, Inc., Park Forest South, Illinois. 7-29.

10.  Hsieh, D.P.H., Wong, Z.A., Wong, J.J., Michos, C., and Ruebner, B.H., 1977, Comparative Metabolism of Aflatoxin: Mycotoxins in Human and Animal Health. Rodricks, J.V., Hesseltine, C.W., Mehlman, M.A. (Eds.), Pathotox Publishers, Inc., Park Forest South, Illinois. pp. 37-50.

11.  Bullerman, L.B., 1986. Mycotoxins and Food Safety: Food Techonology. A Scientific Status Summary by The Institute of Food Technologists’ Expert Panel on Food Safety & Nutrition, 59-66.

12.  Smıth, J.E. and M.O. Moss, 1985. Mycotoxins: Formation, Analysis and Significance, Printed in Great Britain, Sons. Ltd., 143p.

13.  Palmgren, M.S. and Hayes, A.W., 1987, Aflatoxins in Food: Mycotoxins in Food. Krogh, P. (Ed.), Food Science and Technology (A Series of Monograph), Academic Press, Harcourt Brace Jovanovich, Publishers. London – San Diego – New York – Berkeley, pp 65-97.

14.  Wilson, B.J., 1978, Hazards of Mycotoxins to Public Health, Journal of Food Protection, 41(5), 375-384.

15.  Ueno, Y., 1985, The Toxicology of Mycotoxins, CRC Critical Review in Toxicology, 14(2), 99-132.

16.  Denizel, T., 1989. New Perspective in Aflatoxin Toxicology and Dry Figs Dilemma. Uluslararası  Kuru İncir ve Aflatoksin Sempozyumu 4-8 Nisan 1989-Çeşme.

17.  Öztürk, M., 1995. P53 Mutations in Nonmalignant Human Liver: Fingerprints of Aflatoxins. Hepatology, 21 (2): 600-601.

18.  Smith J.E., 1997. Aflatoxins : Handbook of Plant and Fungal Toxicant. J.P. Felix D’mello (Ed.). CRC Press. pp. 269-285.

19.  EC, 1998, Commission Regulation (EC) No.1525/98 of July 1998, Amending Regulation (EC No.194/97 of 31 Jan.1997), Setting Maximum Levels For Certain Contaminants in Foodstuffs. Official Journal of The European Communuties.

20.  Resmi Gazete-1997. Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına dair Yönetmelik. 23. Eylül. 2002 tarih ve 23172 24885 Sayılı Resmi Gazete. 124s29-40.

21.  Resmi Gazete - 1991. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’ndan: Beyana ve Tescile Tabi Yem Hammaddelerinde ve Karma Yemlerde Bulunabilecek Zararlı Maddelerin En Çok Miktarları Listesi, Tebliğ No: 91/14, Resmi Gazete, 05.09.1991, Sayı No: 20982, Ankara. 

22.  Goldblatt, L.A., and Dollear, F.G., 1977. Detoxification of Contaminated Crops: Mycotoxins in Human and Animal Health. Rodricks, J.V., Hesseltine, C.W., Mehlman, M.A. (Eds.), Pathotox Publishers, Inc., Park Forest South, Illinois. pp. 139-150.

23.  Bullerman, L.B, Schroeder, L.L. and Park, K.Y., 1984, Formation and Control of Mycotoxins in Food. Journal of Food Protection, 47(8), 637-646.

24.  Park, L.D., 1993, Perspectives on Mycotoxin Decontamination Procedures, Food Additives and Contaminants, 10(1), 49-60.

25.  Tunail, N., Mikotoksinler: Gıda Mikrobiyolojisi ve Uygulamaları, Genişletilmiş 2.baskı, (Yazarlar : Akçelik, M., Ayhan, K., Çakır, İ., Doğan, H.B., Gürgün, V., Halkman, A.K., Kaleli, D., Kuleaşan, H., Özkaya, B.F., Tunail, N., Tükel, Ç.), Sim Matbaacılık, Ankara. 116-189.

26.  Huff, W.E., and Hagler Jr., W.M., 1982, Evaluation of Density Segregation as a Means to Estimate The Degree of Aflatoxin Contamination, Cereal Chem. 59, 152-153.

27.  Rustom, I.Y.S., 1997, Aflatoxin in Food and Feed: Occurrence, Legislation and İnactivation by Physical Methods, Food Chemistry, 59(1), 57-67.

28.  Tabata, S., Kamımura. H., Ibe, A., Hashımoto, H., Tamura, Y., 1994. Degradation of Aflatoxins by Food Additives. Journal of Food Protection, 57 (1): 42-47.

29.  Mutlu, M. and Gökmen, V., 1998, Determination of Effective Mass Transfer Coefficient of Patulin Adsorbtion on Activated Carbon Packed Bed Columns with Recycling, Journal of Food Engineering, 35, 259-266.

30.  Galvano, F., Pietri, A., Bertuzzi, T., Piva, A. Chies, L. and Galvano, M., 1998. Activated Carbons: In Vitro Affinity For Ochratoxin-A and Deoxynivalenol and Relation of Adsorption Ability to Physicochemical Parameters. Journal of Food Protection, 61(4), 469-475.

31.  Bata, Á. and Lásztity, R., 1999, Detoxification of Mycotoxin-Contaminated Food and Feed by Microorganisms, Trends in Food Science & Technology, 10, 223-228.

32.  Altuğ, T., Yousef, E. and Marth, E.H., 1990, Degradation of Aflatoxin B1 in Dried Figs by Sodium Bisulfite with or Without Heat, Ultraviolet Energy or Hydrogen Peroxide, Journal of Food Protection, 53(7), 581-582.

33.  İçibal, N. and Altuğ, T., 1992, Degradation of Aflatoxins in Dried Figs by Sulphur Dioxide Alone and in Combination with Heat, Ultraviolet Energy or Hydrogen Peroxide, Lebensm.-Wiss.U.-Technol., 25, 294-296.

34.  Bennett, G.A., Lagoda, A.A., Shotwell, O.L. and Hesseltine, C.M., 1981, Utilization of Zearalenone-Contaminated Corn For Ethanol Production, J. Am.Oil Chem. Soc., 58, 974-976.

35.  Bothast, R.J., Bennett, G.A., Vancauwenberge, J.E., Richard, J.L., 1992. Fate of Fumonisin B1 in Naturally Contaminated Corn During Ethanol Fermentation, Appl. Environ. Microbiol., 58, 233-236.

36.  Bennett, G.A., Richard, J.L., 1996, Influence of processing on Fusarium mycotoxins in contaminated grains. Food Technology, 50, 235-238.

37.  Sweeney, M.J. and Dobson, A.D.W., 1998, Mycotoxin Production by Aspergillus, Fusarium and Penicillium Species. International Journal of Food Microbiology, 43, 141-158.

38.  Gourama, H. and Bullerman, L.B., 1995, Inhibition of Growth and Aflatoxin Production of Aspergillus Flavus by Lactobacillus Species. Journal of Food Protection, 58(11), 1249-1256.

39.  El-Nezami, H., Kankaanpaa, P., Salminen, S. and  Ahokas, J., 1998, Ability of Dairy Strains of Lactic Acid Bacteria to Bind a Common Food Carcinogen, Aflatoxin B1, Food and Chemical Toxicology, 36, 321-326.

40.  Kankaanpää, P., Tuomola, E., El-Nezami, H., Ahokas, J. and Salminen, S.J., 2000. Binding of Aflatoxin B1 Alters The Adhesion Properties of Lactobacillus rhamnosus Strain GG in A Caco-2 Model. Journal of Food Protection, 63(3), 412-414.

41.  Oatley, J.T., Rarick, M.D., Ji, G.E. and Linz, J.E., 2000. Binding of Aflatoxin B1 to Bifidobacteria in Vitro. Journal of Food Protection, 63(8), 1133-1136.

42.  Ciegler, A., Lıllehoj, E.B., Peterson, R.E. and Hall, H.H., 1966. Microbial Detoxification of Aflatoxin. Applied Microbiology, 14(6), 934-939.

43.  Holmes, B., Owen, R.J., Mc Meekin, T.A., 1984, Bergey’s Manual of Systematic Bacteriology, Vol.1, Krieg, N.R., Holt, J.G. (eds), The Williams & Wilkins Company, Baltimore, pp. 351-361.

44.  Weeks, O.B., 1974, Flavobacterium : Bergey’s Manual of Determinative Bacteriology, Vol. 1, Buchanan, R.E. and Gibbons, N.E. (eds), The Williams & Wilkins Company, Baltimore, pp 357-364.

45.  Lıllehoj, E.B., Cıegler, A. and Hall, H.H., 1967. Aflatoxin B1 Uptake by F.aurantiacum J.Bacteriology, 93(1),464-471.

46.  Hao,Y.Y. and Brackett, R.E., 1989, Growth and Survival of F.aurantiacum in Peanut Milk. J.Food Protection, 52(3), 165-168.

47.  Hao,Y.Y. and Brackett, R.E., 1988, Removal of Aflatoxin B1 From Peanut Milk Inoculated with   F. aurantiacum . J.Food Science, 53(5), 1384-1386.

48.  Lıne, J.E. and Brackett, R.E., 1995a. Factors Affecting Aflatoxin B1 Removal by F.aurantiacum, J.Food Protection, 58(1), 91-94.

49.  Lıne, J.E. and Brackett, R.E., Wilkinson, R.E., 1994. Evidence For Degradation of Aflatoxin B1  by   F.aurantiacum, J.Food Protection, 57(1), 788-791.

50.  Lıne, J.E. and Brackett, R.E., 1995b, Role of Toxin Concentration and Second Carbon Source in Microbial Transformation of Aflatoxin B1 by F.aurantiacum. J.Food Protection, 58(9),

51.  D’souza, D.H. and Brackett, R.E., 2000, The Influence of Divalent Cations and Chelators on Aflatoxin B1 Degradation by F.aurantiacum. Journal of Food Protection, 63(1), 102-105.

52.  D’souza, D.H. and Brackett, R.E., 1998, The Role of Trace Metal Ions in Aflatoxin B1 Degradation by F.aurantiacum. Journal of Food Protection, 61(12), 1666-1669.

53.  D’souza, D.H. and Brackett, R.E., 2001, Aflatoxin B1 Degradation by F.aurantiacum  in The Presence of Reducing Conditions and Seryl and Sulfhydryl Group Inhibitors. Journal of Food Protection, 64(2), 268-271.

54.  Smiley, R.D. and Draughon, F.A., 2000, Preliminary Evidence That Degradation of Aflatoxin B1 by F.aurantiacum  is Enzymatic. Journal of Food Protection, 63(3), 415-418.

 

 



[1] Bu çalışma; Hacettepe Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Gıda Mühendisliği Anabilim dalında Prof. Dr. Ayhan Temiz danışmanlığı altında Şennur Özkaya tarafından yapılan ve 2001 yılında tamamlanan “Ülkemizde aflatoksin sorunu yaşanan bazı gıdalarda aflatoksin B1'’in azaltılması veya giderilmesinde Flavobacterium aurantiacum ’un etkinliğinin araştırılması” adlı Doktora tezinin literatür özeti bölümüdür.

[2] Dr., Ankara İl Kontrol Laboratuvar Müdürlüğü Yenimahalle Ankara

[3] Prof. Dr., Hacettepe Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü Beytepe Ankara. Yazışmalardan sorumlu yazar, e-posta : temiz@hacettepe.edu.tr

[4] Ko-metabolizma : mikrobiyal aktiviteye bir karbon bileşiğinin konu olduğu; ancak gelişme için karbonun mikroorganizma tarafından asimile edilmediği reaksiyonlar (50).

[5] Organik bileşiklerin bir mikroorganizma içinde akümülasyonudur. Bu tip ortamdan uzaklaştırma şekli çeşitli pestisitlerde gözlenmiştir ve yalnız geçici uzaklaştırma meydana getirmektedir (50)..

[6] Konjugasyon, bir organik kimyasalın, aminoasit veya karbohidrat gibi doğal olarak oluşan bileşiklerle birleşmesini sağlayan mekanizmalardır ve proses genellikle geri dönüşlüdür (50)..